Bugünlerde ''helikopter aile'' başlığı altında ilgimi çeken bir yazı dizisinin Türkçe ve İngilizcesini okuyorum, konu bizim bildiğimiz şekliyle 'aşırı korumacılık' aslında. Hepimiz zaman zaman normal sınırlar içinde ya da aşırıya kaçan 'helikopter' oluyoruz galiba. Hele ki konu çocuk olunca..
Helikopter aile nedir?
Bir çocuğun; 'annem başımda helikopter gibi dönüyor' şikayetiyle başlamış ve 2011 yılında literatüre yerleşmiş 'helikopter ebeveynlik' sözcüğü. Çocuklarının başından ayrılmayan kısacası pervane olan anne babalara seslenen bir sözcük.
Üstelik 'helikopterlerin' yorulmak nedir bilmeden çocuklarının hayatlarına ve kişiliklerine müdahale ettikleri ve her işlerine koşmaya çalıştıkları da belirtilmiş. En kötüsü de ebeveynin çocuğunun sorumluluğunu kendisinin üstlenmesi. Buna yıllar içinde işin okul boyutunda çok tanık oldum, çocuğunun ödevini yapan veli profili ile çok karşılaştım.Çocuk adına yapılan resimler, proje ödevleri, proje maketleri (hatta sanayide yaptırılarak getirilmiş bir proje ödevi) gibi örnekler. Aslında uzmanlarca yapılan uyarılar şu yönde; 'çocuğunuzun akademik başarısına takılıp onun kişiliğini bastırmayın, çünkü sadece okulda başarılı olması mutlu ve sağlıklı bir hayat sürmesinin ve hayatta başarılı olmasının hiçbir zaman garantisi değildir. Hayatta başarılı olmasının garantisi sağlıklı bir kişiliğe sahip olması ve normal gelişim aşamalarından geçerek sağlıklı bir anne baba tutumuyla büyümüş olmasına bağlıdır.'
Şimdi yazıya ara verip düşünelim hepimizin içinde çocuğumuz için ''helikopterlik'' duygusu vardır, zaman zaman aşırıya kaçsak da sınırı geçmemek gerektiğini biliriz. İşte o sınırı bilemezsek 'helikopter' olunuyor.
'Helikopter ' anne baba olunca da çocuk yaşamda stresle başa çıkamıyor. Çok önemli..
Yazıda; üniversite sınavı sonrası okul tercihlerinde öğrencinin değil de velinin arzusuna göre seçim yapıldığı hatası vurgulanmış.'Biz tıp okumak istiyoruz' başlığı ile devam edilmiş ve ilginçtir ki bu anne ve babaların genellikle eğitimli, orta ve üst sınıf ailelerden geldiği ve akademik olarak çocuklarından beklentilerinin çok yüksek olduğu yazılı.
''Aileler olarak bizlerin her zaman çocuklarımız ile ilgili endişeleri olması doğal. Ama iş doğallığın ötesine geçip de görev tanımı haline gelince''helikopterlik'' başlıyor. Bugün eskiye göre çok daha farklı endişeler taşımaktayız, insanların pek çoğu dünyayı korkutucu ve rekabetçi bir yer olarak görmekte ve çocuklarının tek başlarına hayatta kalabilmelerinin sürekli olarak uyanık olmalarına bağlı olduğunu düşünmektedir.''
Başka şehirde yaşayan veya eğitim gören çocuklarını sabah uyandırma görevini üstlenmek, hocalarını arayıp düşük notlar için hesap sormak da helikopterlik olarak adlandırılıyor.Sarah Briggs 'dünyanın en uzun göbek bağı' olarak nitelendirdiği cep telefonu kullanımının yaygınlaştığını ve bu tip ebeveynlerin tüm iyi niyetleriyle çocuklarının başarısı için çalışsalar da aslında şu mesajı verdiklerini belirtmiş;'' sen beceriksizsin, bu genç yaşında hayatını dengelemeyi bilmen mümkün değil, işte bu yüzden ben devrede olmak zorundayım.''
Helikopter Aile ile yetişen çocukların özellikleri ve toplumsal sorunlara etkisi
Son yıllarda ''helikopter aile'' olarak adlandırılan bu durumun uzmanlarca psikolojik ve sosyolojik sorunlar olarak ele alındığına değinilmiş ve Türkiye'de helikopter anne babaların çok yaygın olduğu da belirtilmiş. ''Helikopter aileler, çocuklarının onlara bağımlı olması için ellerinden geleni yapmaktadırlar. Bu durum çocuğun kendine yetemeyen, değersiz ve güvenilmez birisi olduğunu düşünmesine neden olduğu gibi kimlik gelişimine de engel olmaktadır. Aşırı korumacı bir çevrede büyüyen, her sorunu anne babası tarafından çözülen, kendi kararlarını kendi alamayan çocukların en belirgin özellikleri; şişirilmiş bir egoya sahip olmaları, düşük öz saygı ve yeterlilik duygusu, bastırılmış kişilik, sağduyudan yoksun olma, karar vermekte zorlanma, problem çözme becerisi gelişmemiş olma, daha iyiyi yapma ve çabalama isteği düşük olma, çok güçlü aile bağına ve aileye bağımlı olma.''
'Aşırı koruyucu olmak çocuğun gelişimine müdahale eden bir yaklaşım' olarak ifade edilmiş. Gerçekten de bizler farkında olmadan özgüvensiz bireyler yetiştirmeye mi çalışıyoruz.
Okuduğum tüm kaynaklar ülkemizdeki oran yüksekliğinden bahsediyor. 8-9 yaşına geldiği halde yemeğini annesinin yedirmeye çalıştığı çocuklar biliyorum, ya da bu yaşlarda annenin yıkadığı çocuklar tanıyorum. Okul psikoloğumuz bu konu ile yaptığı veli bilgilendirme toplantılarının birinde 'bebekleştirmeye çalışmak aşırı korumacılıktır' demişti.
Birçok becerisi eksik, psikolojik problemler yaşamaya yatkın,gerek iş gerekse özel hayatında başarısızlıklar yaşayan bireyler yetiştirmeyelim. Aileden okula geçiş döneminde bunların üstesinden gelinebilir ama en önemlisi okul-aile-öğretmen-çocuk işbirliğidir.
Yıllarca gözlemlediğim deneyimler sonucu bu noktaya geliyorum. Doğru eğitim-öğretim ile gelinecek başarı noktası yüksek olur. Çünkü özgüven eksikliği, etrafında anne ya da baba olmadan hiçbirşey yapamayan çocuk sınıf içinde arkadaşları tarafından da dışlanıyor, çocuklar yalın ve net, yalan yok ,neyse o,severse sever sevmezse de yüzüne söyler,hele ki zamane çocuğu. Arkadaşlık ilişkilerinin zedelendiği ve dışlanan çocukları ruhsal anlamda dinginleştirmek ve çok sık aile görüşmeleri ile durumu düzeltmek için öğretmenlere çok büyük iş düşer. Hele ilkokulda, çocuk henüz küçük ve davranışlar onarılabilecek düzeyde.
Bir velimin bana söyledikleri de ilginçti; 'hocam ben büyürken hiç sevgi ya da ilgi görmedim ki, benim bütün dünyam şimdi bu çocuk', ne denir ki o anne de haklıydı aslında ama abartmıştı. Aylar içinde işbirliğimiz ile yavaş yavaş duygularını abartmaktan vazgeçti. Ve şimdi o sıraların altına saklanan, arkadaşları ile bir süre uyum sorunu yaşayan ve tuvalete gittiğinde bile benim kapıda beklediğim öğrencim büyüdü yakışıklı ve başarılı bir doktor oldu. Veli ile sağlıklı işbirliğimiz sonucunda geleceğin sorunlu olabilecek bir yetişkinini başarılara taşıdık. Hala da haberleşip, konuşuyoruz.
Çocuğu korumak ve kollamak güzel ama onların işini üslenmek fazla. Bu da toplumda ' iyi ebeveynlik ' olarak algılanıyor aslında. Okuduğum bir yazıda 'helikopterlik' ebeveynliğin 'fazla' olması olarak nitelendirilmiş. Aşırı korumacılık aileleri de olumsuz etkiliyor, çocuk odaklı bir yaşamda kendilerine zaman ayırmayan anne babalar. Zaman zaman bu duygularla dolu oluyor insan ama bir müddet sonra alışılıyor.
Kuzey ile bu duyguların aynısını ben de yaşadım aslında, yuvaya ilk başladığı günlerde dışarıda arabanın içinde bekledim. İlk kez ayrılışımızın ilk saatleri zor geçti doğal olarak, ya ağlarsa ya bizi tutturursa, hatta dışardayım beni çağırın da bezini değiştireyim cümlesi dilimin ucuna geldi geldi gitti. Kurum psikoloğu ilk günlerde içeride Kuzey'in beni görebileceği bir yerde oturmamı önerdi, oturdum, kitabımı götürdüm ,okudum mu ilk gün okumadım ama gözüm kitaptaydı, sonra yavaş yavaş dışarıya çıktım, fazla da uzatmamak gerekiyor. İşte o zaman bağımlılık başlıyor galiba. Aslında bu duruma en çok alışkın olmam gereken benim çünkü bu tablo yıllarca ve defalarca önümde yaşandı,merkezinde öğrencim ve velim vardı, şimdi durum değişik merkezde Kuzey var. Kuzey'in babasına ve amcasına gelince onlar küçük bir yerleşim yerinde okula başladılar, başka bir yazımda anlatmıştım bir güney kasabasında. Böyle yerlerler samimidir, güvenlidir. Eskiden cep telefonu yok, öğretmen okuldan çıkana kadar, eş dost zaten haberi getirmiştir bile. Senin küçük oğlan düştü, kedileri kovalıyordu ya da büyük oğlan bahçede ağlıyordu diye.
Bu konu ile ilgili yazılarda okuduğum bir cümle aynen şöyle; 'bizler hayat boyu çocuğumuzun eli, ayağı, beyni ve koruyucusu olamayacağımıza göre onların kendi ayakları üzerinde durmalarını sağlayacak deneyimleri yaşamalarına ve kendi hatalarını yaparak-yaşayarak öğrenmesine, bu yolda hayal kırıklıkları yaşamasına ve bunlarla başa çıkmayı öğrenmesine olanak tanımalıyız.'
Ama kocaman da bir gerçek var; minikleri yaşamı öğrenene kadar hatta sonrasında da koruyup kollamak ve makul sınırlar içinde onları hayata hazırlamak gerekiyor.
Bu konu ile ilgili yazılarda okuduğum bir cümle aynen şöyle; 'bizler hayat boyu çocuğumuzun eli, ayağı, beyni ve koruyucusu olamayacağımıza göre onların kendi ayakları üzerinde durmalarını sağlayacak deneyimleri yaşamalarına ve kendi hatalarını yaparak-yaşayarak öğrenmesine, bu yolda hayal kırıklıkları yaşamasına ve bunlarla başa çıkmayı öğrenmesine olanak tanımalıyız.'
Son olarak bir deyiş ile bitirmek istiyorum;
''Anne ve babaların sorumluluğu çocuklarına bir yol çizmek değil, bir yol haritası vermektir.''
Jackson Brown